Ali Bilge'nin gündeminde ekonomide "orta vadeli program" ve iklim krizi ve ekonomi ilişkisi vardı.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar. Her zaman olduğu gibi maalesef derlediğimiz haberler çok büyük ölçüde iklim yıkımına dair. Gündem hem Türkiye’nin oldukça uzağındaki Hawaii’de hem de Türkiye’nin bizzat içinden gelen vahim haberlerle dolup taşıyor. Ankara için 3 gün boyunca sürecek 35 derecelik sıcaklıklar için uyarılar verilmiş.
A.B.: Her yıl artan sıcaklarla karşı karşıyayız. Yansımalarını da birazdan konuşacağız ama ortalıkta bir "orta vadeli program" velvelesi dönüyor, izninizle önce ondan bahsedeyim. Orta vadeli program derde deva mıdır? Nedir bu program?
Ekonomi yönetimi ve Cumhurbaşkanı, Körfez ülkelerini birkaç kez tavaf ettiler. Öncelikle bu ülkelerden döviz/kaynak bulmaya çalışılıyor. Körfez ülkeleri arayışından öncede Rusya’ya olan döviz borçlarımızı erteledik, Rusya’dan medet umuyoruz. Doğalgaz ve petrol borçlarımızı ertelemesini istiyoruz. Son olarak dış borçlarımızın çok fazla olduğu ve sürekli borç talep ettiğimiz batılı bankalarla görüşmeler yapılıyor, bir araya geliniyor.
Türkiye 1990’lı yılında sermaye hareketlerini serbest bıraktığından beri, Batılı bankalar ve piyasalarla sürekli bir ilişki hâlindedir. Hem devlet hazinesi, hem kamu ve özel bankalar, hem de özel şirketler ve holdingler, Batılı banka ve fonlardan, Batı piyasalarından borçlanmaktadır.
Türkiye, 30 seneyi aşkın bir süredir küresel finansal sisteme göbekten bağlı bir ülke. Bu piyasalardan doğrudan yatırımların finansmanı için alınan borçlar olabildiği gibi, çoğunluğunu sıcak para olarak tabir edilen Türkiye’deki finansal varlıklar için gelen finansal yatırımlar oluşturuyor.
Son 5 yılda, Türkiye’nin Batı piyasalarıyla uzun yıllardır var olan bu bağın iplerinin çoğu düğümlendi. Şayet küresel finansal sisteme bağlı, gelişmekte olan kapitalist bir ülke iseniz bu sisteme uygun hareket etmek zorundasınız. İpleri kopardığınız zaman sisteme aykırı iş yapınca problemler çıkıyor. Türkiye’nin ciddi bir döviz borcu bulunuyor. Nisan sonu itibarıyla 300 milyar doları geçmiş kamunun net döviz yükümlülükleri. Milli gelirinin yüzde 30’undan büyük bir kamu döviz açığınız söz konusu. Türkiye’nin net döviz pozisyonuna baktığımızda ise, yani döviz varlıklarını düştüğünüzde, net döviz açığımız 188 milyar dolar. Böyle bir döviz açığı olunca da Körfez’e, Rusya’ya ve Batılı bankalara koşuyorsunuz. Peki Batılı bankalarla bir araya geliniyor da ne diyor bize?
Batılı bankalar öncelikle Türkiye’nin piyasalarının açık olup olmadığına, faiz enstrümanının nasıl kullanıldığına ve faiz oranına bakıyorlar. Borç verecekleri ülkenin küresel finansal sistemle olan ilişkisine bakıyorlar. Batılı bankaların, Türkiye’ye girebilmeleri için açık olan tek bir piyasa var: Borsa. Az miktarda yabancı girişi olması ve yerli para sahiplerinin de yönlenmesi ile borsada rekorlar kırılıyor. Geçtiğimiz yıllarda yabancıların gireceği, alışveriş yapabileceği piyasalar üzerinde kambiyo kontrollü kısıtlamaları oldu. Çeşitli tedbirlerle döviz piyasası kontrol altına alındı.
En önemlisi de yabancıların alışveriş yapabileceği “swap piyasası” olarak adlandırılan piyasa neredeyse 5 yıldır kapalı. Yabancı bankaların Türk bankalarıyla döviz ilişkisi sürdürdüğü “emanet paraların piyasası” dediğimiz, “swap piyasası” kısıtlanmış, kapalı durumda...
Türkiye ekonomisini döviz olarak rahatlatacak yatırımları çekebilecek alanların çoğu tıkalı. Türkiye’de son yıllarda piyasalarda da, otokrasi hakim oldu, otokrata göre işleyen bir piyasa sistemi kuruldu ama sonuçta iflas durumuna geldik. Türkiye eksi döviz rezervlerinde dolaşmaya başladı. Mehmet Şimşek’in “rasyonel politikalar” dediği, kıvrana kıvrana anlatmaya çalıştıkları, aslında bu piyasaların açılması ve faizin doğru belirlenmesinin yollarını bulmak. Yabancıların da beklentileri bu şekilde, giriş yapabilecekleri piyasaların eskiden olduğu gibi açık olması, faiz enstrümanının doğru dürüst kullanılması, negatif faiz olmaması. Körfez ülkelerinin yatırım yapması içinde bunlar önemli.
Türkiye 1990 öncesinde değil, olmayan piyasaların kurulduğu döneme de, ülkenin aşırı borçlanarak bir ileri iki geri büyümesine de tanığız. Bu sisteme bir kere girdin mi, devasa borçlara ulaştın mı, geri dönmek pek mümkün değil. Dolayısıyla, yabancı bankalar var olan piyasaların kadük olmasını, yarı kapanmasını, çalışmamasını istemiyor ve “bu piyasaları doğru dürüst çalışır hâle getirin” diyorlar. “Çalışır hâle gelmezse, bizden öyle eskisi gibi yüksek hacimli portföy yatırımları da beklemeyin” diyorlar. 2018 dan itibaren çeşitli aşamalarla bu piyasaların büyük bir çoğunluğu kısıtlandı, kapandı. Dolayısıyla yabancıların gelmesi için en önemli olan bu piyasaların piyasa kurallarına göre çalışması isteniyor, sarayın kurallarına göre değil.
Son yıllarda yaşanan faiz hikayemizi biliyoruz. Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuç” düsturu ile geldiğimiz enkaz ortada, yabancılar bunun şu ya da bu şekilde değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Faizin doğru dürüst kullanılmasını istiyorlar.
Erdoğan’ı ikna etmekle mükellef, “rasyonel politikalara” geçmek istediğini söyleyen bir ekonomi bakanı ve yurt dışından gelen bir merkez bankası başkanı var. Bazı konuşmalar yapılıyor, tweetler atılıyor. Merkez Bankası mutat olan enflasyon raporunu daha teknik bir şekilde sundu, bu sunum bile piyasa sever güçleri mutlu etti.
Hep söylüyoruz, aslında derli toplu bir program ortada yok. Türkiye’nin normal şartlarda, küresel sermaye hareketlerine göbekten bağlı bir ekonomi olarak, bir istikrar programı uygulaması lazım. Borçlanma, TL ve döviz, maliye ve para politikalarını ortaya koyan bir istikrar programı uygulaması bekleniyor. IMF’li veya IMF’siz yapabilir. Yabancıların beklentisi IMF ile yapması, çoğunlukla Türkiye IMF ile yaptı bugüne kadar. Ama ortada böyle bir program yok, sadece bazı açıklamalar var. Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası, yabancı bankaları da tatmin edecek bir şekilde meseleyi anlatmaya çalışıyorlar. “Otokratın faizde koyduğu kısıtları nasıl aşabiliriz? Kısıtlar içinde rasyonaliteyi nasıl sağlayabiliriz?” diye çabalıyorlar. Bu nedenle yapılan açıklamalar bütünlük arz etmedi. Bütünlük arz edebileceği bir program sunma fırsatı var, o da orta vadeli program...
Türkiye’de 2006 yılından itibaren AB’ye üyelik meselesi çok ciddi bir şekilde gündemdeydi. Türkiye’ye inanılmaz doğrudan sermaye yatırımları oluyordu, AB ülkelerinin yatırımları çok yüksek miktardaydı. AB normlarına ulaşmak için yapısal reformlar gündemdeydi. Dağılmış bütçeyi kontrol altına alacak bazı projeksiyonlar, yeni modellemeler vücuda geliyordu. Bu reformların içinde kamu mali reformu önemliydi. Hem önümüzü görelim, hem de gerçekleşmeleri doğru izleyelim düşüncesiyle, ekonomik ve mali orta vadeli programlar yapılmaya, programlar üretilmeye başlandı. Bu programların açıklanması bir takvime bağlı, orta vadeli programın tarihi yaklaştı. Ancak bu programların geçmişine ve hedeflerine baktığımızda, hedeflerin çok büyük çoğunluğuna ulaşılamamış olduğu görülüyor. Hedeflere ulaşamama rekoru fevkalade ara bizde olması lazım. Ekonomide ulaşılamayan rekorlar kitabına girersek doğrudur. Enflasyon ve diğer ekonomik göstergelerimiz için yapılan projeksiyonlarda şampiyon olduğumuz görülür.
Ülkenin siyasi rejimine, otokratın isteğine, tercih ettiklerine göre, orta vadeli programlarda ki hedefler bürokrasi tarafından değiştiriliyor, yeniden işleniyor olageldi. Cevdet Yılmaz ve Mehmet Şimşek ikilisi, orta vadeli programı bir anlamda, istikrar programı, enflasyonla mücadele programı gibi kullanmak istiyor. Batılı bankalara bunu anlatmaya çalıştılar, bu şekilde bütünlüklü bir program olacağı izlenimi vermeye çalışıyorlar.
Ancak iki temel soruya yanıt vermek, sarayın kısıtlarını aşmak gerekiyor. Birinci soru ve kısıt şu: Negatif faiz politikası aşılacak mı? Nasıl aşılacak? İkinci soru ve kısıt ise: Önümüzde yerel seçimler var ve Saray ne şekilde olursa olsun, vasat bir şekilde de olsa, büyümeden fedakarlık etmek istemiyor. Ekonomiyi bu şekilde yerel seçimlere kadar nasıl götüreceksiniz? Tüm seçimlerde olduğu gibi AKP iktidarı, az da olsa büyüme hızının arttırılmasını talep ediyor.
Programın bu kısıtlar içinde ayarlanması çok zor, tutarsızlık oluyor, dağılıyorlar. Bu nedenle hem sarayı, hem de yabancıları ikna etmek çok zor. Sanıyorum Eylül ayında orta vadeli program ortaya açıklanacak, oradaki mantığa ve hedeflere bakacağız. Geçen hafta söyledim galiba Türkiye Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yabancılara başta deniz kıyıları olmak üzere 4 ülke büyüklüğünde (33.000 kilometre kare) olmak üzere arazi satışını ilan etti. Bu ilan bile döviz bulmak için ne halde olduğumuzu gösteriyor...
Ö.M.: Evet bu çok önemli bir mesele. Cevdet Yılmaz kimdir, görevi nedir? Kendisi Cumhurbaşkanı yardımcısı değil mi?
A.B.: Evet, Cumhurbaşkanı yardımcısı. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)kökenlidir, orada çalışmaya sanıyorum ANAP döneminde başladı. AKP ‘nin ilk yıllarında, DPT’de AB genel müdürü oldu. Diğer arkadaşları da müsteşar yardımcısıydı, daha sonra bazılarını Erdoğan siyasete aldı. O ekipten, “en çok söz dinleyen, hayır demeyen, itiraz etmeyen” olarak bilinen bir kişi. Cumhurbaşkanı yardımcılığına getirildi. Erdoğan, Mehmet Şimşek’i de onun markajına bıraktı.
Mehmet Şimşek daha önceki Ekonomi Bakanıydı. Erdoğan tarafından oldukça ağır suçlanarak hükümetten gönderildi. Türkiye’de aynı kişilerin, hırpalanarak gidip, alkışlanarak gelip döndüğüne hep tanık oluyoruz. Ancak bunlarla ekonomi düzelmiyor. Bugün Cumhurbaşkanı ve ekibi Odalar Birliği ile görüşecek, yine sunumlar yapılacak, sunumlar da işçi ve emekçi kesim her zaman olduğu gibi yok sayılıyor.
33 bin kilometre karelik devasa bir arazi satışa sunulacak kadar döviz kıtlığı içindesiniz. Belçika’dan büyük bir alana tekabül ediyor. “Nereden bulacaksak döviz bulalım, tüm bunlarla yerel seçimleri atlatalım” derdindeler.
Gelemiyor bir türlü Putin… Gelirse Türkiye’ye aynı kolaylıkları sağlayacak mı? Rusya’ya olan borç senetlerini yenileyebilecek miyiz? Petrol alımında ve doğalgaz alımında yeniden kolaylık sağlanacak mı?
Bu arada Ukrayna’daki Baykar fabrikası da bombalanmış Zelensky hükümetinin satın aldığı Erdoğan’ın damadı Baykar’ın motor sağladığı fabrika...
Ö.M.: Silahlı insansız hava araçları, SİHA’lar.
A.B.: Motor Sich isimli bir fabrikayı bombalamışlar Ruslar... Akıncı ve Kızıl Elma insansız hava araçları için motor üreten fabrikaymış. SİHA’ları da Zelensky hükümetine üretiyor Baykar Holding. Baykar da Cumhurbaşkanımızın damadı oluyor. Dostumuz Putin de çağırıyoruz ama gelmiyor, bunları da dipnot olarak verelim.
Orta vadeli program için kerhen de olsa tarım kesimiyle de bir görüşme yapılması düşünülüyormuş. Türkiye tarımı “yandım, bittim” diyor. Gerçekten kuraklık had safhada, bu arada Ukrayna’dan tarım ürünleri sevkiyatı sona erdi. Sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı da ilgilendiren bir gelişme. Kuraklık ay çiçeği rekoltesini Trakya’da yüzde 70 azaltmış durumdaymış.
Ö.Ö.: Çekirge istilası da var.
A.B.: Tırtıl istilası geçen sene… Bu sene çekirge ama esas toprak yarım metre yarılmış. Ayçiçeğinin yüzde 50’si neredeyse bu bölgede üretiliyor. Trakya’daki durum Anadolu’nun çok yerinde de yaşanıyor. Yağışların ne zaman geleceğinin belli olmaması nedeniyle ekim zamanında sapmalar oluyor. Tohum erken ya da geç ekiliyor. Yağışlar zamanlı değil, sonuçta yakıcı sıcaklar nedeniyle de mahsul olmuyor.
Ö.Ö.: Gübre de az kullanılıyor artık enflasyon ve artan maliyetler sebebiyle.
A.B.: Evet. Ayrıca tohum ithalatı var. Çiftçi tohumda da yanlış yönlendirmelerin olduğunu söylüyor, şu anda hasat edilmeyecek bir durumdalar. Ayçiçeğinde dünyanın önde gelen üreticilerinden biri Ukrayna, onların da durumu belli, sadece ayçiçeği üzerinden gittiğimizde bile önümüzdeki aylarda ve yıllarda çok büyük sıkıntılar yaşanacak. Tabii bu durum gıda fiyatlarını da etkileyecek, dünyada en fazla tarım ve gıda fiyatları artıyor. Ayçiçeği Türkiye’de bitkisel yağlı tohumlarda en fazla kullanılan bir ürün, halkın da kullandığı, hayvancılık sektörünün de en fazla kullandığı bir besin kaynağı... Tüm bu manzara önümüzdeki kış için gıda açısından “kriz” kelimesinin yeterli olamayacağını söylememiz mümkün.
Ö.Ö.: Geçen hafta da zeytinyağı ihracatına büyük bir sınırlama getirildi.
Ö.M.: Ankara Valiliği’nin önümüzdeki günlerde 38 derece gibi aşırı sıcak hava uyarısı yaptığını ve bunun büyük bir sağlık sorununu da beraberinde getireceğini söylemiştik. “Kronik rahatsızlığı olanlar, yaşlılar ve çocuklar başta olmak üzere vatandaşlarımızın günün en sıcak saatleri olan 11:00-16:00 saatleri arasında dikkatli ve tedbirli olmaları gerekmektedir” dediler. Ama ne yapmaları gerektiğini söylemedi. Fabrikalarda çalışmak zorunda olanların ya da dükkanlarda yahut başka yerlerde ve kısmen de açık havada çalışmak zorunda olanlar ne yapacaklar? Onu açıklamamışlar. Öte yandan da tabii çok sayıda orman yangını da devam ediyor. Mardin’de, Mersin’de, Afyonkarahisar’da, Çanakkale, Hatay, Muğla ve Diyarbakır’da ve İzmir’de makilik alanda çıkan yangınların kontrol altına alındığı ama Diyarbakır’da çıkan örtü yangını kontrol altına alınırken Yüksekova’daki yangına 2 gündür müdahale edilmediği, Roboski’deki yangına da müdahale edilmeyip köylülerin kendi imkanlarıyla söndürdüğü haberleri var. Bu arada İstanbul barajlarının doluluk oranının yüzde 35’in altına düştüğünü ve afet boyutunda bir kuraklık yaşandığını da söylüyorlar.
Şükrü Okan adında bir ticari gemiye uyarı ateşi yapmış Rusya. Türkiye’nin kargo gemisine, Türk ismi taşıyan bir gemiye, Palau bandıralı da olsa uyarı ateşi yapılmış. Böyle bir tehlikenin de arttığını söylemek söyleyebiliriz. Yani içte ve dışta ciddi bir sorunlar yumağı içinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
A.B.: Çiftçi ve tarım örgütleri tarafından Trakya bölgesinin afet bölgesi ilan edilmesini istendi. Tarımda ayçiçeği gibi pek çok üründe kuraklığın etkilerini, yaşanan sefaleti görüyoruz. Zaten tarımda sorunların çok yüklü olduğu bir ülkeyiz. Tüm bölgeler “kurtar bizi baba!” diye haykırıyor. Eylül ayında sanıyorum alım fiyatı da belirlenecek. Alım fiyatları belirlenirken çiftçiler koruma altına alınmaları gerektiğini söylüyor. Çiftçiler; “ayçiçeğinin geç hasat edilmesi nedeniyle, seçim sonrasına bırakılan akaryakıt artışlarından” da çok etkilendiklerini belirtiyorlar.
Tarımda çok sorunlu bir ülkeyiz. Tarım ve gıda ürünleri fiyatlarındaki yüksek artışların gerilim ve tehditler yarattığını görüyoruz. Pazarda 100 liraya yeşil fasulye, 120 liraya bamyanın satıldığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Beslenme ve gıda güvenliği kalmamış durumda.
Türkiye’nin hem kuzeyinde hem güneyinde savaş var. Aynı zamanda iklim krizi nedeniyle oluşan anormallikler, aşırı kuraklıklar her tarafta yaşanıyor.
Memlekette ve bölgede tarım gıda güvenliği ve büyük bir döviz sorunu var. İkisi de birbiriyle bağlı. Şimdi aklıma geldi Kemal Kurdaş anlatmıştı yıllar önce… Menderes ve bürokratlar arasında geçen bir bu diyalog bu: Menderes’in takıntısı da “devalüasyon” üzerineymiş. Sabit kur rejiminde bıçak kemiğe dayanmış, devalüasyon yapılması lazım… Fiyatlar ve karaborsa almış yürümüş. Sanırım 50’li yılların ortaları, 58 devalüasyonu öncesi olmalı. Başbakanı bir türlü ikna edemiyorlar. Kemal Bey durumun vahametini göstermek için “Sayın Başvekil, yakında ayakkabınıza pençe yaptırırken kullanılacak çiviyi bile bulamayacaksınız ” der.
Durum vahim… Hem döviz kıtlığı, hem de gıda kıtlığı, hepsi bir arada yaşanıyor. Su kaynakları da azalmış, bitmiş durumda. Tüm bunlar yaşanırken ne gelişiyor? Hep değinmek istiyorum ama erteliyoruz, uyuşturucu kullanımı almış yürümüş durumda!
Ö.M.: Evet.
A.B.: İnanılmaz bir şekilde!
Ö.M.: Evet, çok ağır bir boyutta. Gazete Oksijen’de Bekir Ağırdır’ın yazdığı meselenin sadece “ağaç meselesi” olmadığı… Tabii ki yalnızca ağaç değil beka meselesi dediği bir şey. O şekilde dikkate alınmıyor bu küresel iklim değişikliği. “İktidarda ve entelektüel destekçilerde Türkiye’de iklim kriziyle mücadelenin gelir kaybına sebep olacağı ve kalkınma hedefleriyle çelişeceği kanısı yaygın. Bu elbette biyolojik ve siyasi bir tercih olabilir. Oysa bilimsel çalışmalar Türkiye enerjide yenilenebilir kaynaklara geçip tarım ve sanayide yerküre coğrafya ile uyumlu politikalar yürüterek ulusal gelirde yüksek bir artış sağlayabileceğini de gösteriyor.” diyor.
A.B.: Orta vadeli program diye bir şeyler ortaya koyma velvelesi koparılıyor. Tüm açıklamalarda iklimle ilgili yaşadığımız krizi dile getiren ve yaşanan sorunları iklim krizi ile bağlantılayan bir cümle bulamazsınız.
Ö.M.: Altılı Masa’dan da neredeyse tek kelime çıkmıyor bu konuda. CHP başta olmak üzere…
A.B.: Partileri uyarmak için aklıma Ankara’nın 70’li yıllardaki renkli ve güçlü Belediye Başkanı Vedat Dolakay geliyor. Dalokay, kızdığı vakit elçiliklerin suyunu keserdi. İller Bankası ödemeleri filan geciktiğinde Başbakanlığı, kamu kurumlarını sularını kesmekle ikaz ederdi. Hatta bizzat kendisi grev yapardı.
Ö.M.: Bizzat evet!
A.B.: Üç gün makamında yattığını hatırlıyorum. Franco nedeniyle İspanya Büyükelçiliği’nin sularını kesti. Adamlar günlerce susuz kaldılar, bayağı çektirdi. Dolayısıyla meclisin suyunu, partilerin suyunu kesecek bir mekanizma, eylem biçimi geliştirmek yararlı olur belki de… Ne dersiniz?
Ö.M.: Bence bu öneriyle bitirebiliriz, ilginç!
Ö.Ö.: İklim aktivistleri bunu COP27’de yapmayı düşünüyorlardı. Mısır gibi sıcak coğrafyalarından bir tanesinde yapıldığında “kilitleyelim içeriye bunları bir hafta boyunca, klimayı da kapatalım, çözüm bulmak zorunda kalsınlar” diye dalga geçiyorlardı.
A.B.: Çok çeşitli eylem biçimleri denenebilir. İstanbul ciddi sinyal veriyor. Susuzluktan İstanbul’un felaket bölgesi ilan edilmesi isteniyor. Çok yakında hükümet, yerel yönetimler ve partiler felaket tedbirleri almak durumunda kalabilirler...